Akıllı İnsanlarda Mutluluk Neden Nadir?
- Onur Şirin
- 15 Oca
- 2 dakikada okunur
Toplum içinde sıklıkla duyarız: “Akıllı insanlarda mutluluk bildiğim en nadir şeydir.” Kulağa ilk anda bir yargı cümlesi gibi gelir. “Neden akıllı kişiler mutlu olmasın ki?” diye düşünebiliriz. Konunun biraz derinliğine baktığımızda, bu sözün, zekânın getirdiği ağır yükle ilişkilendirilen bir tespit olduğunu fark ederiz.
Akıllı dediğimiz bireyler, olayların ve olguların sadece yüzeysel tarafına değil, arka planına, sebeplerine, sonuçlarına da yoğun bir merak duyarlar. Bu sürekli sorgulama hâli, onlara bazı açılardan avantaj sağlarken –mesela yaratıcı düşünme ve yenilikçi fikirler üretme gücü– aynı zamanda ruhlarında bambaşka çalkantılar yaratır. Çünkü bir şeyi derinlemesine anlamak, onun sonsuz katmanlarına da şahit olmaktır. Ve genellikle gerçekler, yüzeyde gördüğümüzden çok daha karmaşık, çok daha sarsıcı olabilir.
Zekâ, insana evrende küçücük bir nokta olduğunu fark ettirdiği kadar, içinde yaşadığı topluma, dünya sorunlarına, hatta kendi varoluş amacına dair birçok soru da sordurur. Bunun doğal sonucu, zihnin sürekli uyanık ve tetikte olmasıdır. Peki, böyle bir ruh hâli nasıl olur da “basit mutluluk” dediğimiz dingin keyifleri kolayca yakalayabilir? Tam da bu nedenle, akıllı addedilen insanlar mutluluğu “nadir” deneyimliyor gibi görünürler.
Burada “mutluluk”tan ne anladığımızı da sorgulamamız lazım. Günlük hayatın içerisindeki ufak tefek sevinçleri, ailenizle keyifli bir akşam yemeğini, arkadaşlarınızla kahkaha dolu bir sohbeti “mutluluk” saymıyor muyuz? Bu küçük anların tadını çıkarmak için Einstein zekâsına sahip olmak gerekmiyor elbette. Öte yandan, derin düşünceye sahip insanların mutluluğa dair “beklenti çıtası” yükselmiş olabiliyor. Onlar, anlık neşeyi bile sürekli olarak analiz ettikleri için, mutluluğu daha büyük bir varoluşsal bütünün sadece bir parçası gibi görüyorlar. Bu da belki, sıradan bir sevinci dahi karmaşık sorularla gölgeleyebiliyor.
Bir başka açıdan baktığımızda, entelektüel birikim artıp bakış açısı genişledikçe, insanın sorumluluk ve farkındalık duygusu da büyüyor. Dünyanın her köşesinde yaşanan acılara, toplumsal eşitsizliklere, ekolojik yıkıma veya insani krizlere daha yakından tanık olmak, “kendi içimde nasıl mutlu olurum?” sorusunu vicdanen ağırlaştırabiliyor. Göz göre göre haksızlıkların varlığına şahit olmak, belki de kişinin ruhunu daima rahatsız ediyor.
Peki, bu tablo karamsarlığa mahkûm olmamızı mı gerektiriyor? Elbette hayır. Zekâ ile gelen sorgulama hâli, mutluluğu her an elden kaçacak bir serap hâline getirse bile, yine de insana farkındalığın aydınlığını da sunar. Bir bakıma, mutluluk belki “anlık ve yüzeysel” olarak değil, “derin ve dönüştürücü” şekilde yaşanır. Zira bir şeyi bütünüyle kavradığınızda, onun içindeki çelişkileri, zorlukları ve gizemi de kabul etmiş olursunuz. Sıradan insanların gözünü korkutan bu kapıdan geçebilmek ise aklı ve duyguları gelişmiş insanlara “içsel bir doyum” getirebilir.
Özetle, “akıllı insanlarda mutluluk bildiğim en nadir şeydir” sözü, gerçekte derinlikli zihinlerin mutluluğu yakalama güçlüğüne dikkat çeker. Fakat bu, asla mutluluğa ulaşılamayacağı anlamını taşımaz. Belki o mutluluk, diğerlerine kıyasla “rarite değerini” artırır; daha nadirdir ama aynı zamanda daha yoğundur. Kimi zaman sıradan bir sohbet, kimi zaman iyi bir kitap veya insana ilham veren bir sanat eseri bile, derin bilincin içinde yoğun bir haz doğurabilir. Bu nedenle, aklın yükünü taşırken mutluluğu tümden kaybetmek yerine, onu sorgulaya sorgulaya daha anlamlı hâle getirmek belki de en iyi çıkış yoludur.
Unutmayalım ki, her “derin düşünce” karanlık bir kuyu olmak zorunda değildir; kimi kuyulardan inci çıkarmak da mümkündür. Önemli olan, o incecik ışık huzmesini fark edebilecek bir bakış geliştirebilmektir. Zekânın ağırlığıyla birlikte yol almak, hayatın bütün çelişkilerine rağmen içimizdeki o nadir mutluluk anlarını değerli kılar. Ve belki de esas mesele, o değerli anlara ulaşmanın en güzel yollarını bulmaktır.
Yorumlar