top of page

Modern Dünyanın Yorgun İnsanları

  • Yazarın fotoğrafı: CÜNEYT KAHYAOĞLU
    CÜNEYT KAHYAOĞLU
  • 5 May
  • 3 dakikada okunur

Sabahın erken saatlerinde, uykudan uyanır uyanmaz elimize aldığımız telefonun ekranına bakıyoruz hepimiz. Ekranda sıralanan bildirimler, mesajlar, e-postalar, haberler… Daha gözlerimiz tam açılmadan, zihnimiz işgal edilmeye başlanıyor. O an, bir günün başlangıcı değil, bir yarışın başlama düdüğü gibi sanki. Bütün bu sesler, bir zamanlar tanımadığımız ve belki de istemediğimiz bir hızda bizi yönlendiriyor. Peki, neden bu kadar yorgunuz? Fiziksel bir çaba harcamadan, sadece zihinsel bir yükle bu kadar tükenmiş hissetmek nasıl böyle mümkün oluyor?

Geçmişte insanlar, fiziksel işler nedeniyle yorgun düşerdi çoğunlukla. Ancak bu, bedensel bir tükenmişlikti; geceyi uyuyarak geçirebilir, sabah yeniden enerji toplayabilirdi. Bugünse, zihinsel bir yorgunluk var. Bu yorgunluk, sadece evde ya da işteki yoğunlukla sınırlı kalmıyor, sosyal medya, haber akışları, sürekli bir şeyleri kaçırma korkusu ile bizlere varlığımızın bir anlamı olup olmadığını sorgulatıyor. Teknoloji, yalnızca iletişimimizi hızlandırmakla kalmadı, aynı zamanda bizi sürekli bir bağlantı halinde tutarak yalnızlaşmamıza da neden oldu maalesef. Artık yalnızca fiziksel olarak değil, içinde debelendiğimiz dijital dünyada da yalnızız. Takip ettiğimiz yüzlerce hesap, başkalarının hayatlarını izlemek için harcadığımız saatler, bize yalnızca bir şeyleri kaçırmanın acısını bırakıyor günün sonunda. Gerçek ilişkilerin, kayan sayfaların arasında kayboluşunu izliyoruz hep beraber.

İnsanlar artık sadece işte değil, her alanda "daha fazlasını" yapmak zorunda hissediyor. Kariyer, ilişkiler, kişisel gelişim…

Her an her şey daha hızlı, daha verimli, daha başarılı olmayı gerektiriyor. Bu sürekli mücadele, bir zamanlar sahip olduğumuz sakinliği alıp götürüyor, ama sorulması gereken asıl soru şu: Hangi başarı, gerçekten tatmin edici? 

Birçok insan, bir başarıyı yakaladığında anlık bir tatmin duygusu yaşarken, o başarıyı sürekli daha yükseğe taşımak zorunda hissediyor. Bir hedefe ulaştığınızda, hemen bir yenisi ortaya çıkıyor. Ama en sonunda, o hedeflerin ardında gerçek bir anlam bulmak yerine, sadece bir sonraki hedefin peşinden koşmaya başlıyoruz. Hep daha fazlası, daha hızlısı… Bir noktada, durduğumuzda neyle yüzleşeceğimizi bilemiyoruz. Başarmak istiyoruz, ama en çok neyi?

Sosyal medyanın gücü, bizi, içinde bulunduğumuz anları hızla tüketmeye zorluyor. Bir paylaşım, bir hikâye, bir tweet… Her an hızla geçiyor ve bir sonraki anın beklentisi başlıyor. Ama bu hızla, anların gerçek anlamını kaybediyoruz. Bir fotoğraf, bir anı saklamak için değil, daha çok başkalarına göstermek, onlardan onay almak için paylaşılıyoruz. Zamanın değeri hiç birimizde gerçek anlamıyla bulunmuyor artık.

Sadece bir kahve içmek, bir yürüyüş yapmak, sessizce kendimizle vakit geçirmek… Bunlar eskiden anlamlıydı, şimdi ise birer "vakit kaybı" olarak görülüyor. Hızla geçen zaman, o anların kıymetini görmemizi engelliyor. Ve biz, sadece "anlık" tatmin peşinde koşarken, yaşamın gerçek dokusunu, daha da önemlisi huzuru kaçırıyoruz.

Peki, bu gürültülü dünyada, içsel dinginliğimizi nasıl bulabileceğiz? Biliyoruz ki, zihinsel yorgunluğu atmak için en önemli adım, durmak ve düşünmektir. Modern dünyanın sunduğu her şey, bir arayış içinde olmamız gerektiği mecburiyetini dayatıyor bizlere. Ama belki de bu arayış, sadece daha fazlasını elde etmek değil, aslında "hiçbir şey yapmamayı" öğrenmektir. Yavaşlamak, yalnızca dış dünyaya değil, iç dünyaya da zaman ayırmaktır. Her gün yeni bir "başarı" hedefi belirlemek yerine, sadece var olmayı tercih etmek; yalnızca nefes almayı, anı fark etmeyi, düşünmeyi tercih etmek… Belki de, yaşamın en derin anlamı bu basit eylemlerde gizlidir. İlla bir hedef konulacaksa da, o hedef, iç huzura ulaşmak olmalıdır.

Bugün, başarı, sadece maddi kazançla ya da toplumsal statüyle ilişkilendiriliyor toplumumuz tarafından. Ama bu "başarı" düşüncesi, çoğunlukla boşluk yaratıyor hayatlarımızda. Gerçek başarı, hep daha yükseğe çıkmak değil, bir an durabilmeyi bilmekle ilgilidir. Başarı, zamanın anlamını kaybetmeden yaşamakta ve hayattan beklentiyi en aza indirmeyi kabul etmekte yatıyor. Belki de en büyük zafer, tüm o koşuşturmadan bir adım geri çekilmek, zihnimizi dinlendirmek ve sadece “var olmak”tır.

Bazen, sadece bir an durup, "ben kimim?" diye sormak, gerçekten sahip olduğumuz şeyleri görmek, ne istediğimizi tespit etmek ve bizi huzura neyin kavuşturacağını bulmak, mutluluğa ulaşmanın ilk ve en önemli adımı olabilir bence. Zihinsel yorgunluk, sadece dış dünyadan değil, bizim bu dünyaya nasıl baktığımızdan da kaynaklanıyor olabilir.

Velhasıl, bütün bunların neticesinde; Bu dünya, ona doğru koşar adım yürümektense, bir adım geri atıp, uzaktan izlemeyi hak edecek kadar kıymetli bir yerdir belki de. Kim bilir…

 
 
 

Yorumlar

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
Çapa 1
bottom of page