top of page

Siz, Bu Dünyanın Neresindesiniz?

  • Yazarın fotoğrafı: CÜNEYT KAHYAOĞLU
    CÜNEYT KAHYAOĞLU
  • 9 Şub
  • 3 dakikada okunur

Bir sabah uyanırsınız ve her şey size yabancı gelir. Yüzler, sokaklar, tabelalar… Daha dün içinde yaşadığınız dünya, sanki gece boyunca yer değiştirip başka bir gezegen haline gelmiş gibidir. Kalabalık caddelerde yürüyen insanlar, otomobillerin ritmik gürültüsü, vitrinlerde göz alıcı neon ışıklar… Hepsi hayatın doğal bir parçası olmalıdır, öyledir de, ama bir anda bu düzenin dışında kaldığınızı hissedersiniz. Bu sokaklarda yürüyen bedeninizdir ama ruhunuz başka bir yerde sürükleniyordur.

Kimi insanlar bu hisse yabancıdır. Onlar için dünya, bir şehrin düzenli yolları, işe gidip gelmenin alışılmış temposu, sabah kahvesinin bilindik kokusudur. Hayatın kuralları basittir: Çalış, kazan, harca ve öl. Onlar sabah erkenden uyanıp işe gitmekten şikâyet etseler de, bu düzenin bozulmasını istemezler. Çünkü anlamı, tam da bu tekrarın içinde bulurlar. Çalışma arkadaşlarıyla edilen sıradan sohbetler, hafta sonu planları, indirimde yakalanan fırsatlar… Hepsi hayatın içini dolduran, ona bir biçim kazandıran önemli şeylerdir.

Ama bazıları için hayat böyle işlemez. Anlamı bulmak, içinde yaşadıkları dünyaya alışmak o kadar kolay değildir. Onlar için her şey, en başından beri sorgulanması gereken bir bilmecedir. Sabah neden uyanıyoruz? Neden çalışıyoruz? Neden mutlu görünmeye çalışıyoruz? Bu oyunun kurallarını kim koydu? Ve en önemlisi: Eğer herkes aynı şeyleri yapıyorsa, neden bu kadar çok mutsuz insan var?

Bu soruları sormaya başladığınızda, kaçınılmaz olarak yalnızlaşırsınız. İnsanlar sizi tuhaf bulur ve fazla detaylı düşünen biri olarak görürler. Sizinle sohbet ederler ama konuşmalar hep belirli bir yüzeysellik içinde kalır. Konuların derinleşmesini istemezler, çünkü derinleşmek, konfor alanından çıkmak anlamına gelir. Oysa insanların en büyük tutkusu, içinde oldukları dünyanın konforuna tutunmaktır.

Türkiye’de bu yabancılaşma, derin bir toplumsal sıkışmışlık hissiyle iç içedir. İnsanlar, sürekli değişen ekonomik koşullarla boğuşurken, siyasi atmosferin yarattığı baskıyla yaşamayı öğrenmek zorunda kalır. Sabah televizyonu açarsınız: Bir yanda büyüme rakamlarından bahseden ekonomi programları, diğer yanda pazarda çürük sebze toplamak zorunda kalan yaşlı kadınlar… Sokakta yürürsünüz: Gençler, gelecekleriyle ilgili umutlarını kaybetmiş, bir çıkış yolu ararken ya yurtdışına gitmeyi hayal ediyor ya da politik tartışmaların ağırlığı altında eziliyorlardır. Üzülürsünüz.

Kimi zaman öyle bir an gelir ki, nefes alacak bir yer dahi bulamazsınız. İş yerinde, arkadaş ortamında ya da aile içinde, belli sınırları aşmamak gerektiğini öğrenirsiniz. Kimse gerçek anlamda mutlu değildir ama kimse de bunu yüksek sesle söylemek istemez. Öyle öğrenmişsinizdir. Sokaklarda, insanların yüzlerinde, her daim var olan bir yılgınlık, geleceğe dair hep belirsiz konuşmalara eşlik eder durur.

Bu sıkışmışlık hali, insanların tepkisizleşmesine neden olduğu gibi, eskiden daha yüksek sesle dile getirilen öfkeler ve itirazlar artık sessiz bir kabullenişe dönüşür. Gençler, kendi geleceklerinden umudu keserken, yaşlılar “Eskiden böyle değildi” diyerek nostaljiye sarılmakta bulur çareyi. Toplum, bir şekilde devam eder ama kimse nereye gittiğini bilmez, acı olanı, merak dahi etmez.

Hayal edelim...

Bu atmosferin içinde bir gün, bir meydanda yürüyorsunuz. Etrafınızda toplanan insanlar var. Ellerinde pankartlar, yüzlerinde yorgun ama kararlı bir ifade. Bir kadın göz göze geliyor sizinle. “Adalet istiyoruz,” diyor. Bir an duruyorsunuz. Bu kalabalığa katılmalı mısınız?

Belki bir şey değişmez. Belki sesiniz duyulmaz. Ama eğer hiçbir şey yapmazsanız, yaşadığınız bu yabancılık hissi sonsuza kadar sizinle kalacak, biliyorsunuz.

Yabancılaşmak denilen şey sadece insanlara değil, sisteme de olabilir. Eğer bu dünyanın kurallarını kabul edemiyorsanız, belki de kuralların değişmesi gerekiyordur. öyle düşünüyorsunuz.

O an bir seçim yapmanız gerekir. Ya düzenin içinde kaybolup gideceksiniz ya da bu düzeni sorgulamaktan vazgeçmeyeceksiniz. Ürkek bir adım atarsınız o an. Usulca adalet arayan kalabalığın içine karışırsınız. Ve belki de ilk kez, yalnız olmadığınızı ve bir şeyler yapmanın hazzını hissedersiniz.

Ama sistem, ona ait olmayanları ve kendisini eleştirenleri asla affetmez. Herhangi bir mecrada adalet arayanlar ve bunun için mücadele edenler daima adaletsizliğin en soğuk yüzü ile ilk onlar karşılaşırlar. Medya, yaşananları farklı şekilde anlatır, sizden olanlar düzenleri bozulmasın diye sizi acımasızca yaftalarlar: “Provokasyon”, “dış güçler”, “marjinal gruplar”… Oysa siz oradasınızdır, o insanların yanındasınızdır ve onların ne hissettiğini bilirsiniz. Ama bu, hiç bir anlam ifade etmez. Çünkü gerçek, kimin anlattığına göre değişmektedir. Şaşırırsınız.

O zaman şunu fark edersiniz: Yabancılaşma, sadece bireysel bir mesele değildir. İçinde yaşadığınız toplumun size dayattığı bir şeydir. Bir insan olarak yalnızca sistemden değil, aynı zamanda o sistemin içinde kaybolmuş insanlara da yabancılaşabilirsiniz. Ürperirsiniz.

Türkiye’de insanlar artık birbirine yabancılaşmıştır. Aynı ülkenin insanları bambaşka gerçeklikler içinde yaşar bu topraklarda. Biri için kriz, sadece ekonomik verilerin dalgalanmasıdır; diğeri için her geçen gün biraz daha zorlaşan yaşam koşullarıdır. Biri için demokrasi, seçim günlerinde sandığa gidip oy vermektir sadece; diğeri için sokaklarda ifade özgürlüğü talep etmektir. Biri için özgürlük, istediği gibi tüketebilmektir; diğeri için konuşabilmek, sorgulayabilmek, itiraz edebilmektir.


Siz hangi taraftasınız?

Ya da daha doğrusu: Siz, bu dünyanın neresindesiniz?


Bir sabah uyandığınızda, pencerenin dışında gördüğünüz dünyanın artık size ait olmadığını hissettiğinizde, nereye gideceksiniz? Bir kez bu yabancılaşma hissine kapıldığınızda, bir daha eskiye dönebilecek misiniz?


Bir seçim yapmanız gerekecek…


Gözlerinizi kapatıp bu düzenin içinde kaybolup gidecek ve ‘’Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytan’’ mı olacaksınız? Yoksa, gözlerinizi açıp, varoluşunuzun anlamını bulmak ve çocuklarınıza güzel bir dünya bırakmak için mücadele edip, ‘’Zulüm bizdense bile ben bizden değilim’’ mi diyeceksiniz?


Hangisini seçeceksiniz?

2 Yorum

5 üzerinden 0 yıldız
Henüz hiç puanlama yok

Puanlama ekleyin
Seda
25 Şub
5 üzerinden 5 yıldız

Derinlesmek konfor alanından çıkmak demektir. Zaten bütün mesele de bu değil mi ? Konfor alanından çıkamamak. Ve bunun farkında bile olamamak.

Beğen

Misafir
09 Şub
5 üzerinden 5 yıldız

Karıncayım diyorum.. varamasam da hedefe önemli olan niyetimin ne olduğudur

Beğen
Çapa 1
bottom of page