Yabancılaşma ve Anlam Arayışı
- CÜNEYT KAHYAOĞLU
- 25 Şub
- 3 dakikada okunur
Bazı insanlar dünyaya belirlenmiş kurallar ve sınırlar içerisinde gelir. Daha çocukken neyin doğru, neyin yanlış olduğu öğretilir onlara. Ne düşünmesi ve neyi sorgulamaması gerektiği fısıldanır kulaklarına. Sistem onların nasıl yaşaması gerektiğini gayet iyi bilir; hangi okula gideceklerini, hangi mesleği seçeceklerini, hangi fikirleri savunacaklarını belirler onlar adına. Onlar da bu düzenin içerisinde bir dişliye dönüşür ve hiçbir şeyin farkına varmadan hayatlarını sürdürürler. Ama bazıları vardır ki, bu düzenin içinde, kendini bir türlü ait hissedemez hiçbir şeye. Sabah uyanır, camdan dışarı bakar ve her şey ona yabancı gelir. Sanki, bir tiyatro oyununun içinde, yanlış bir rolü oynuyormuş gibidirler.
Böyle birisiydi Kerem. Çocukluğundan beri, insanların neden belirli kurallara sorgusuz sualsiz uyduğunu merak ederdi. Televizyonda konuşan siyasetçileri izlerken, onların söylediklerine neden herkesin inanmak zorunda olduğunu sorgulardı. Okulda öğretmenleri ona tarihi anlatırken, hangi olayların üstünün örtüldüğünü, hangi gerçeklerin asla söylenmediğini düşünürdü. Ama asıl yabancılığı, insanların bu sistem içinde var olmaktan memnun olduğunu görmesiyle başladı. Çevresindekiler, düzenin içinde kaybolmayı, fazla soru sormamayı, olumsuzluklar kendi kapılarına gelene kadar ses çıkarmamayı öğrenmiş, bunun karşılığında da rahat bir hayat sürmeyi benimsemişlerdi. Kerem ise hiçbir zaman bu rahatlığa sahip olmadı, olamadı.
Üniversitede sosyoloji okumuştu. Kapitalizm, ideolojiler, bürokrasi, toplum davranışları, devlet aygıtları… Tüm bunları öğrenmek, dünyayı anlamasına yardımcı olabilirdi. Ama okudukça, öğrendikçe, ayırdına vardıkça daha da büyük bir boşluğa düştü. Var olan sistem öylesine güçlüydü ki, farkına vardığında bile ondan kaçabilmesi mümkün değildi. İnsanlar, büyük şirketlerin reklamlarındaki mutluluk formüllerine inanır, siyasetçilerin vaatlerine kanar, haber bültenlerinin tarafsız olduğuna güvenirlerdi. Gerçeklerin saklandığını bilseler bile, bunları umursamamayı öğrenmişlerdi.
Üniversiteden mezun olunca bir şirkette iş bulup çalışmaya başladı. Sabahları erken kalkıyor, takım elbisesini giyiyor, toplu taşımaya binip ofisine gidiyordu. Çalışma arkadaşları, ülkedeki ekonomik krizi, enflasyonu, siyasetçilerin yolsuzluklarını konuşuyordu ama sonra bir kahve içip hayatlarına devam edebiliyorlardı. Konuşmaların bir sonuca varmadığını görmek Kerem’i delirtmek üzereydi. İnsanlar öfkeleniyor, şikayet ediyor ama bir türlü harekete geçmiyor, geçemiyordu. Hayatlarına dokunan hiçbir şey yokmuş gibi davranıyorlardı.
Bir gün öğle arasında, arkadaşlarının sohbetlerine kulak misafiri oldu.
-“Şu maaşlara zam yapmaları lazım artık. Geçen yıl aldığım şeyler bu yıl iki katı fiyatında.”
-“Ama yapmazlar. Şimdiye kadar har vurup harman savurdular, şimdi tasarrufu bize yaptırıyorlar.”
...
-“O zaman neden bu sisteme boyun eğiyoruz. Neden itiraz etmiyoruz arkadaşlar?” diye sordu Kerem.
Herkes bir anda susmuştu. Kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Biraz sonra içlerinden birisi gülerek: “Kardeşim, burası böyle bir ülke. Böyle gelmiş böyle gider. Düzeni sen değiştiremezsin, yorma kendini” dedi.
Keremin içi sıkılmış, morali bozulmuştu. İşte en büyük sorun buydu: İnsanlar değişimin imkânsız olduğuna inanıyordu. Sistem, insanlara güçsüz olduklarını o kadar iyi öğretmişti ki, artık itiraz etmeyi akıllarına bile getirmiyorlardı. Bir şeylerin yanlış olduğunu biliyor ama mücadele etmeye cesaret edemiyorlardı.
Akşam eve dönerken metroda insanları izledi Kerem. Yorgun yüzler, memnuniyetsiz ifadeler, anlamsız bakan gözler… Televizyonda sürekli ekonomik büyüme anlatılıyordu, ama metroda insanlar yoksulluktan ve bu yoksulluğu gidermek için haddinden fazla çalışmaktan bitap düşmüş gibiydi. Yolda devasa bir reklam panosu gördü: “Mutluluk burada.” Bir banka reklamıydı. Küçük harflerle “Düşük faizli kredi fırsatını kaçırmayın” yazıyordu. Mutluluğun bile satın alınabileceğini söylüyordu sistem.
Zaman geçtikçe Kerem’in içindeki sıkıntı daha da büyüdü. Her şey bir yanılsama gibi geliyordu artık. İnsanlar özgür olduklarını sanıyor ama aslında hiçbir seçenekleri de bulunmuyordu ellerinde. Seçim zamanları oy kullanıyorlar ama kim gelirse gelsin her şey aynı kalıyor, aslında bu durumu çokta umursamıyorlardı. Televizyonlar aynı haberleri yayınlıyor, gazeteler aynı yalanları söylüyordu. Eğitim sistemi, çocuklara sadece itaat etmeyi öğretiyor, belli bir yaşa kadar susmayı öğrettikleri çocuklardan, yıllar sonra neden konuşmuyorsunuz diye şikayet ediyorlardı.
Bu şahit oldukları, artık ağır geliyor, Kerem’in kendisine dahi yabancılaşmasına sebep oluyordu.
İnsanlar neden, her gün bu oyunu oynamaya devam ediyorlardı ki?
Yıllarca bir anlam aramış, kendini toplumun içinde kaybolmuş gibi hissetmişti. İlk defa, gerçekten kendisinin kim olduğunu bilmiyordu. Bu düşüncelerle boğuşurken, Rudyard Kipling tarafından yazılan mısralar geldi aklına:
Çevrende herkes şaşırsa
bunu da senden bilse
sen aklı başında kalabilirsen eğer
herkes senden kuşku duyarken,
hem kuşkuya yer bırakır,
hem kendine güvenebilirsen eğer
bekleyebilirsen usanmadan
yalanla karşılık vermezsen yalana
kendini evliya sanmadan,
kin tutmayabilirsen kin tutana
düşlere kapılmadan düş kurabilir,
yolunu saptırmadan,
düşünebilirsen eğer
ne kazandım diye sevinir,
ne yıkıldım diye yerinir,
ikisine de vermeyebilirsen değer
söylediğin gerçeği eğip büken düzenbaz, safları kandırabilir diye dert edinmezsen
ömür verdiğin işler bozulsa da, yılmaz,
koyulabilirsen işe yeniden
döküp ortaya varını yoğunu, bir yazı-turada yitirsen bile,
yitirdiklerini dolamaksızın dile,
baştan tutabilirsen yolunu
yüreğine, sinirine dayan diyecek direncinden başka şey kalmasa da,
herkesin bırakıp gittiği noktada,
sen dayanabilirsen tek
herkesle düşüp kalkar, erdemli kalabilirsen
unutmayabilirsen halkı, krallarla gezerken
dost da düşman da incitemezse seni
ne küçümser, ne de büyültürsen çevreni
her saatin her dakkasına,
emeğini katarsan hakçasına
her şeyiyle dünya önüne serilir
üstelik oğlum,
adam oldun demektir.
Böyle diyordu şair…
Zorluklar ve üzüntüler karşısında duygularına teslim olmamalısın.
Mücadele ettiğin kadar var olacak, kirlenmediğin kadar insan kalacaksın.
Selam olsun vazgeçmeyip, insan kalabilenlere…
Şiir: If- Rudyard Kipling
Çeviri: Adam Olmak-Bülent Ecevit
Yorumlar